Saturday, December 23, 2006

Üstün Yetenekli Çocuklar

Beyin fonksiyonlarının yüksek düzeyde ve hızlı olarak gelişmesinden ortaya çıkan, toplumun % 5’inde rastlanan üstün yetenek ve hüner özelliğidir.
Kabiliyet alanları: Üstün kabiliyetin ortaya çıktığı ve değişik yöntemlerle ölçülebildiği altı alan vardır.1. Yüksek zeka2. Mekanik hüner3. Yaratıcılık4. Sanatsal yetenek5. Fiziksel yetenek6. Liderlik kabiliyeti
Üstün kabiliyetli çocukların karakteristik özellikleri dört ana grupta incelenmektedir:a) Düşünme boyutub) Duygusal boyutuc) Fiziksel ve fizikötesi boyutud) Sosyal boyutu
Üstün yeteneklilerin farklı düşünme özellikleri;
1- Son derece çok sayıda bilgi sahibi olma ve bunları unutmama.
2- İleri düzeyde anlayış kabiliyeti,
3- Alışılmadık seviyede farklı konularda ilgi ve merak, çok soru sorma
4- Lisan kullanımında, kelime hazinesi ve dil yeteneğinde üstünlük
5- Hızlı düşünme, çabuk sonuca ulaşma, hızlı ilerleme
6- Esnek ve farklı düşünme
7- Geniş çaplı bir sentez kabiliyeti
8- Garip, alışılmadık ve farklı ilişkileri görebilme kabiliyeti
9- Orjinal fikirler ve gözlemler üretebilme
10- Genelleme yapma, sonuçları hissetme, soyut düşünme ve alternatifler üretme konusunda erken ve hızlı gelişme.
11- İnatçı, kararlı, hedefe dönük ve hatta bazen maceracı davranışlar
12- Disiplinli, bağımsız ve çoğu zaman isyankar davranışlar
13- Çabuk sıkılma, yapacak bir şeyler arama, boş duramama
14- Kompleks, karmaşık şeyleri tercih etme; tartışmalardan zevk alma
15- İlgi bekleme, onure edilmekten hoşlanma; çok konuşma
16- Yerinde duramama, aşırı hareket
Üstün zekalı öğrencilerin duygusal yönden farklılıkları;
1- Başkalarına karşı son derece duyarlılık, sizin ne düşündüğünüzü çabuk hissetmesi.
2- Tuhaf bir mizah anlayışı.(bu bazen başkalarını kırabilir veya rahatsız edebilir)
3- Farklı olduğunu kendi hissettiği gibi başkalarına da hissettirmeye çalışma.
4- Küçük yaşta beliren bir idealizm
5- Hissi derinlik, duygusallik.
6- Mükemmelcilik, (dolayısıyla kendini ve başkalarını beğenmeme)
7- Belli derslerde olaganüstü bir başarı gösterme.
8- Bilinmeyen konulara ilgi duyma.
9- Yüksek bir konsantrasyon kabiliyeti, ciddiyet.
10- Başkalarının ne diyeceğine pek aldırış etmeme.
11- Tutku ile bağlandığı bir konuyu her yerde gündeme getirme.
Üstün zekalı öğrencilerin fiziksel ve fizik ötesi duyuları açısından farklılıkları
1- Duyularda aşırı hassasiyet (renkler, sesler, kokular vs. üzerinde)
2- Fiziksel ve entellektüel gelişmede farklı bir ilerleme hızı
3- Başarılı olamadıkları fiziksel aktivitelerde yer almayı istememe, yarışmacı fiziksel aktivitelerden kaçınma.
4- Güzel sanatlardan birinde gösterilen yüksek kabiliyet (belli bir eğitim almasa bile)
5- Fizik ötesi olayları düşünme konusunda yaşıtlarına göre daha önceden ilgilenme, felsefi tavırlar, garip düşünceler.
6- Şaşırtan ifadeler, güzel ve edebi sözler
7- Girişimcilik ve mücadele gerektiren konularda üretkenlik.
8- İş dünyasında derinlik ve bunun getireceği yalnızlık
9- Teorik ve estetik değerlere önem verme.
10- Aşk, şevk, istek ve içten gelen gayretin yüksek düzeyde oluşu.
11- Sık sık düşüncelere dalma, hayal gücünün kuvvetli oluşu.
Üstün zekalıların sosyal açıdan farklı özellikleri
1- Kendi istekler
2- Sosyal problemlere güzel ve doğru çözümler önerme ve kişilik konusunda erken gelişme.
3- Liderlik, grup kurma, ekip oluşturma ve yönlendirme
4- Sosyal problemleri doğru teşhis edebilme ve anlayabilme
5- Toplumun adalet, güzellik, doğruluk gibi yüksek ihtiyaçları ile ilgilenme.
6- Yüksek ahlaki özelliklere sahip olma
7- Yüksek düzeyde bir adalet duygusu
8- Kendine güven, kararlılık
9- Kendinden büyüklerle arkadaşlığı tercih etme.
Yukarıda belli gruplar halinde incelenen özelliklerin tamamı her üstün zekalı çocukta görülmeyebilir. Kabul edilen görüşe göre üstün zekalı çocuklar bu 4 alandan birinde yada birkaçında çok üstün bir performans sergileyebilmektedirler. Sahip oldukları üstün özellikleri, iyi bir çevrede güçlü bir eğitimde değerlendirebilenler, yillar sonra toplumun karşısına birer dahi olarak çikabilmektedir.

Kaynak http://www.ailem.com/

Uyumsuz Çocuk

Uyumsuzluk BelirtileriÇocuk gelişim aşamasındayken bir yandan yeni yetenek ve yeni beceriler kazanarak çevresine daha iyi uyum sağlar, öte yandan gelişmenin gereği olarak yeni sorunlarla da karşılaşır. Kişilik, sürekli bir uyum çabası sonucu oluşup, biçim alır. Çözümlediği her sorun, aştığı her yeni engel, çocuğun ruhsal gücünü arttırır.
Gelişme basamaklarında çocukların karşılaştığı sorunlar çok çeşitlidir. Bunların birçoğu, o döneme özgü olan, anababanın desteğiyle çözümlenecek nitelikte sorunlardır. Ancak, çocuk bu desteği bulamaz ya da anababa tutumu yanlış olursa, olağan sorunlar büyür. Örneğin iki-üç yaşlarında çözümlenmesi gereken tuvalet eğitimi başarılamaz, kendi başına yeme alışkanlığı verilmezse, bu sorunlar sonraki dönemlere aktarılır ve yeni dönem sorunlarıyla katlanarak büyür. Oyun çağında oyuna doymamış ya da arkadaşlık ilişkisi kuramamış bir çocuk, okul çağında toplu oyunlara katılamaz, yaşıtlarıyla yarışamaz. Dolayısıyla, olgunluk düzeyi yaşıtlarından geri kalır. Onlarla kaynaşarak çağını yaşamak yerine, bir önceki dönemin sorunlarıyla başa çıkmaya uğraşır.
Çocuklarda ruhsal sorunlar dış etkenlerden de kaynaklanabilir. Aileyi tümden sarsan, aile birliğini ve düzenini bozan baskı ve zorlayıcı nedenler de gelişimi saptırır. Böylece çocuğun kendi yapısından gelen yatkınlıklar, anababa tutumları ve ev yaşantıları dış etkenlerle birlikte, kalıcı ruhsal bozukluklar yaratabilir. Yerine göre bu etkenlerden birisi ağırlık kazanır veya çoğunlukla görüldüğü gibi, hepsi birlikte çocuğun ruhsal dengesini geçici veya kalıcı olarak bozar.Örneğin; kaçırılan, araba kazası geçiren ya da cinsel saldırıya uğrayan bir çocuk, çeşitli korkular ve bunalımlar geliştirir. Örselenmesinin ağırlığına bağlı olarak, çeşitli ruhsal belirtiler ortaya çıkar. Böyle bir durumda anababanın hiç suçu yoktur. Onlar kendilerini suçlu saysalar bile, sorumlu olan dış etkendir. Ancak kimsenin elinde olmayan bu çeşit dış örselenmlerde bile ailenin sonraki tutumu önem kazanır.
İkinci çeşit sorunlar ise öncelikle çocuğun yapısı veya geçirdiği hastalıklarla ilgilidir. Örneğin; beyin incinmesiyle doğan, sakatlığı veya kanarca gibi süregen hastalığı olan çocuklar uyumsuzluk belirtileri gösterirler. Bunlardan da anababayı sorumlu tutulamaz. Ancak, anababa tutumu sorunu düzeltici yönde de, çocuğun uyumsuzluğunu büsbütün arttırıcı yönde de olabilir. Aile yaşamının olumsuz etkilerinden başka pek çok etkeni değerlendirmek ve paylarını belirlemek gerekir. Ruhsal belirtiler, tek başlarına çocuğun uyumsuz ve dengesiz olduğunu kanıtlamaz. Bir belirtiyi değerlendirirken şu etkenleri göz önünde tutmak gerekir.
Çocuğun Gelişim DönemiBelirti, belli bir gelişim döneminde, sıklıkla görülen geçici bir durum olabilir. Örneğin: 4 - 5 yaşına kadar çocukların gece işemeleri olağandır. Okul çağında bile ara sıra yatağa işeme bir sorun sayılmaz. Bunun gibi, 3 - 4 yaşlarında beliren korkular, 2- 3 yaşlarında ortaya çıkan uyku bozuklukları, ara sıra korkulu düş görme, kısa süren konuşma düzensizlikleri, tek başlarına kaygı verici belirtiler sayılmazlar.Belirtinin sıklığı ve gücü de bir başka ölçüt olarak kullanılabilir. Herşeyden korkan çocuk, yaşı küçük olsa da ruhsal sorunlu bir çocuk sayılabilir. Okul çağında her gece yatağını ıslatma, bir sorun olarak ele alınabilir. Bir çocuk; temiz, titiz ve düzenli olabilir. Ancak bu çocuk mikrop korkusuyla, bir yere dokundukça elini yıkıyor, üstü tozlanınca huylanıp değiştiriyorsa, titizliği sorun boyutlarına ulaşmış demektir.
Belirtilen sıklığı ve çeşitliliğinden başka, sürekliliği de önemli bir ölçüttür. Dış baskılara bağlı olarak ortaya çıkıp bir süre sonra yok olan belirtiyle süreklilik gösteren belirti bir tutulmaz. Örneğin; yeni bir kardeş doğumundan sonra görülen hırçınlıklar, huysuzluklar, çiş ve kaka kaçırma olağan tepkiler olarak değerlendirilir. Ancak çeşitli nedenlerle bu belirtilerin sürüp gitmesi uyumsuzluk olarak saptanabilir.
Bir belirtinin ağırlığı ve sıklığı yanında, başka hangi belirtilere eşlik ettiğini bilmek de önemlidir. Her gece yatağına işeyen bir çocuk, yalnız bu belirti nedeniyle uyumsuz olarak belirlenemez. Bunun yanında korkular, kekemelik, davranış bozuklukları görülmesi uyumsuzluk tanısını destekler.
Çocuklar bütün ruhsal sorunlarını dışa vurmazlar. Bu nedenle dıştan belirti göstermeyen bir çocuğun her zaman uyumlu ve dengeli sayılması gerekmez. Kuruntu ve üzüntülerini açığa vurmayan; içi fırtınalı, dışı durgun çocuklar da vardır. İç tedirginliklerini dışa yansıtmamak için kendi kendileriyle sürekli savaşır, yorgun düşerler. Küçük dış baskılar altında kalınca dengeleri kolayca bozulur ve belirtiler ortaya çıkar.
Son olarak, çocuğun geçmişteki uyumunun ve olumlu niteliklerinin de incelenmesi yararlı olur. Çocuğun zekası, becerileri, özel yetenekleri, toplumsal ilişkileri uyum yeteneğinin göstergesi olabilir. Önceki dönemlerdeki gelişmesi önemli sapmalar göstermeyen bir çocuğun karşılaştığı sorunları çözme gücü daha yüksek sayılır. Ana babanın çocuğu destek olmaları, ya da belirtiler karşısındaki olumsuz tutumları da uyumsuzluğun geçici veya kalıcı olmasını belirler.
Uyumsuzluk ÇeşitleriZeka geriliklerini ve öğrenme bozukluklarını sayılmazsa, çocukluktaki ruhsal sorunları dört ana kümede toplanabilir:
Davranış BozukluklarıSürekli hırçınlık, sinirlilik, geçimsizlik, kavgacılık, okuldan kaçma, çalma, yangın çıkarma, sürekli başkaldırma ve kuralları çiğneme gibi belirtiler bu kümede toplanır. Davranış bozuklukları, çocuğun çeşitli ruhsal ve bedensel nedenlere bağlı olarak, iç çatışmalarını davranışına aktarması sonucu ortaya çıkar. Başka bir deyişle, bu çocukların çevreleriyle ilişkileri sürekli olarak gergin ve sürtüşmelidir.
Duygusal BozukluklarBu kümede yer alan sorunlar, çocuğun çevresinden çok kendisini tedirgin eden ruhsal belirtileridr. Korkular, kuruntular, saplantılı düşünceler, uyku bozuklukları, kekemelik, seyirceler ve benzer sorunlardır. Bu belirtileri gösteren çocuklar çevreleriyle ilişkileri çok bozuk olmayan, gergin, güvensiz ve çekingen çocuklardır. Kendi iç sorunlarını dışa yansıtmaktan çok, kendilerine yönelten kaygılı çocuklardır.
Alışkanlık BozukluklarıParmak emme, masturbasyon, gece işemeleri, dışkı kaçırma gibi alışkanlıkların düzensizliğiyle ilgili belirtiler bu kümede toplanır.
Ağır Ruhsal Bozukluklarİçe kapanıklık veya çıldır (psikoz) denen ve çocuğun uyumunu her alanda ve sürekli olarak bozan ruhsal hastalıklar bu kümede yer alırlar.

Kaynak : http://www.ailem.com/

Thursday, December 21, 2006

Anne-Baba ve Çocuklar Arasında İletişim

Hekim çocuğu muayene eder, gerekli ilaçları yazar. Anne reçeteyi eline alır, tam kapıya doğru yönelmişken birden duraklar.. Biraz da sıkıla sıkıla: -Şey, doktor hanım, söylemeyi unuttum, bu çocuk son zamanlarda çok aksi oldu, ödevlerini yapmıyor, kızsak da dövsek de bizim söylediklerimizin tersini yapıyor, acaba ne yapalım, nasıl davranalım?

İşte bu kez sıkılma sırası doktora gelmiştir. "Bu soru da nereden çıktı şimdi?" diye geçirir içinden. Altı yıllık tıp eğitimi sırasında (hatta dört yıllık pediatri uzmanlık eğitimi sırasında bile) çocukların davranışları ile ilgili konularda doğru dürüst bir eğitim verilmemiştir ona. Oysa meslek yaşamında belki hiç karşılaşmayacağı bilmem ne sendromu hala aklındadır. Gerçi, kendi merakı nedeniyle, bu konularla ilgili bir-iki kitap okumuştur. Ancak yine de kafasında tam bir netlik oluşmamıştır. Anneye, çocuğun durumuyla ilgili bir kaç cümle söyler, ama sonradan "Acaba doğru şeyler söyledim mi?" diye kendisi de huzursuz olmuştur. "Bu konuyu en kısa zamanda okumalıyım" diye söylenir kendi kendine. Yukarıda öykülenen durum her birinci basamak hekiminin başına zaman zaman gelmektedir. Ülkemiz koşullarında çoğu yerde psikolog desteği alabilmek olanaklı değildir. Bunun için her hekimin çocukların davranışsal sorunları konusunda da temel bazı bilgileri olması zorunludur.
Anne-baba ve çocuk arasındaki iletişim yalnızca bilgi alışverişi anlamına gelmez. Bu ilişkide, aynı zamanda karşılıklı duygu ve düşüncelerin aktarımı da söz konusudur. İletişim denilince çoğu insanın aklına konuşmak gelir. Oysa ki burada konuşmaktan daha önemli olan ve belki de en zor öğrenilen şey dinlemektir.
Anne-baba ve çocuk arasındaki iletişimin ilk temelleri bebeklik döneminde atılır. Bebeğin kendilerine gülümsediğini gören anne ve baba da ona gülümseyerek ve konuşarak karşılık verirler. Bu bebeği daha da mutlu eder. İyi gözlemci olan ve bebeğin diyalog isteğini fark eden anne-babalar bu konuda daha başarılı olurlar. Anne-baba ve çocuk arasındaki mesaj alışverişi yalnız konuşulan sözcüklerle sınırlı kalmaz, onların ötesinde anlamlar taşır. Karşılıklı bilgi alışverişinden başka duyguları da paylaşırlar ve birbirlerine destek olurlar. İyi iletişim kurmayı başarabilen aileler yaşamlarındaki acı-tatlı tüm olayları ve sorunları paylaşmayı bilen ailelerdir. İyi iletişim kurmak için çocukla yalnızca konuşmak yetmez; aynı zamanda, ona hareketlerle duyguların da hissettirilmesi, yani vücut dilinin de kullanılması gerekir. Bu da zamanla öğrenilebilen bir durumdur. Çocuk, iletişimi de genellikle anne-babadan öğrenir. Kendi anne ve babası küçükken ona nasıl davrandılarsa, onlar da çocuklarına genellikle benzer biçimde davranırlar. Ancak ne yazık ki, çoğu zaman anne-babaların çocuklarına bu konuda iyi bir örnek olabildiklerini söylemek zordur. Anne-baba belirli aralıklarla çocuklarıyla kurdukları iletişimi değerlendirmeli ve özeleştiri yapmalıdır. Kendi anne-babalarının olumlu ve olumsuz yönlerini anımsamalı ve bunların kendileri üzerindeki yansımasını bulmaya çalışmalıdır. Böylelikle karşısındakini dinlememe ve yapıcı değil kırıcı tarzda eleştirme gibi kötü huylarını daha kolaylıkla bırakabilir. Eğer bu yapılabilirse anne-babalar çocuklarıyla daha iyi bir iletişim kurmakla kalmaz, aynı zamanda onlara iyi bir örnek de olurlar. Anne-babanın okul çağındaki çocuklarıyla iletişiminde çok sık yaptığı bazı hatalar vardır. Aşağıda bu hatalardan bazı örnekler verilmiştir: Emrivaki konuşmak “Bunu söylediğim gibi yapacaksın, yoksa...” Ders vermek “Ben çocukken senin yaptığın işin iki katını yapardım.” Eleştirmek “Bugün her şeyi berbat yapıyorsun.” Alay etmek “Bu yaptığın çok aptalca bir şeydi.” Küçük düşürmek “Senin yaşındaki bir çocuğun bunu bilmesi gerekir.”Çocukla iletişim kurarken ona olumlu bir bakış açısıyla yaklaşılmalı ve gerektiğinde onurlandırılmalıdır. Örneğin, "Bugünkü matematik ödevlerini çok güzel çözdün." gibi takdir söylemleri kullanılabilir. Ancak bunu yaparken, anne-baba onu ‘kendi görmek istediği biçimde davrandı’ diye yapmamalıdır. Onun etkinliklerine çok karışmadan, onu olduğu gibi kabul ettiğini göstermelidirler. Örneğin, resim yapmakta olan bir çocuğa hangi boyaları karıştıracağını göstermek yerine, karışmadan onu izlemek çocukta doğru şeyler yaptığı hissi uyandıracaktır. İyi bir iletişimin koşulu: Dinlemesini bilmek Çocukla iyi bir iletişim kurabilmek için ondan gerekli mesajların alınması gerekir. Bu da ancak dinlemekle sağlanır. Anne-baba iyi bir dinleyici olabilirse çocuk için de iyi bir model oluşturacaktır. Aktif dinleme, iletişimin önemli bir parçası olup, iletişim kanallarının açık tutulmasıdır. Bir başka deyişle, anne-babanın çocuğun duygu ve düşüncelerini söyleme isteğini fark etmesi ve onu dinlemeye hazır olduğunu belirtmesi anlamındadır. Aktif bir dinleyici olmak için şunlara dikkat edilmelidir: Dinlemeye yeterince zaman ayrılmalıdır. Çevrede dikkati dağıtacak etmen olmamalıdır. Akşam yemeği sırasında ya da yatmadan önce genellikle konuşma için en uygun zamanlardır. Anne-baba konuşma sırasında kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp çocuktan gerekli mesajları almaya çaba göstermelidir. Bunun için tüm dikkatlerini ona vermeli, kendilerini bir an için onun yerine koyarak onun hissettiklerini anlamaya çalışmalı ve onun düşüncelerine değer verdiklerini hissettirmelidirler.
Çocuğu dikkatle dinleyip onu anladıktan sonra, biraz daha yumuşak bir söylemle aynı şeylerin çocuğa yinelenmesine yansıtmalı dinleme yöntemi denir. Fakat, bu çocuğun söylediklerini papağan gibi yinelemek biçiminde olmamalıdır. Çocuğun söylediği şeylerin her zaman tam ve doğru mesajlar olmayabileceği ve bunların altında yatan değişik korku ve endişelerin olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu duyguları sözcüklerle belirtmek için konuşma arasına girilerek "sanki bana biraz korkmuşsun... üzgünsün... kızgınsın ... gibi geldi" gibi cümlelerle altta yatan duygular öğrenilebilir.
Çocukla konuşurken göz teması çok önemlidir. Onun söylediklerine ilgi gösterildiğini belirtmek için arada bir baş sallayarak onaylamak ya da "evet.. anlıyorum... yaaa" gibi karşılıklar vermek çocuğun konuşmasını sürdürmesini destekleyecektir.
Anne-babalar kendi beklentileri ya da düşüncelerine uymasa bile çocuğun konuşmasını kesmeden, sabırla ve eleştirmeden dinlemelidir.
Çocuğun karşılaştığı sorunları kendisinin çözmesi için ona fırsat tanımalı, bu yönde yüreklendirmeli, ancak uygun biçimde ona yol da göstermelidir.
Anne-baba aktif dinlemeyi öğrendikçe çocuğun duygularını daha iyi anlayabilecek ve aralarında sıcak bir köprü kurulacaktır. Çocuk kendi sorunlarını kendisi çözdükçe, duygu ve davranışlarını daha iyi denetleyecek ve başkalarını da daha iyi dinlemesini öğrenecektir. Çocuk karşısındakini dinleme alışkanlığı kazandıkça, zaman zaman bu davranışı için güzel sözlerle onurlandırılmalı, hatta küçük hediyelerle ödüllendirilmelidir.
Anne-babanın kendisinin de aktif olarak dinleyip dinlemediğini anlamasına yarayan bazı ipuçları vardır. Eğer anne ya da baba konuşmadan sıkılmış, dikkati dağılmış, çocuk yerine başka yerlere bakıyor ya da çok zaman yitirdiğini düşünmeye başlamışsa o sırada aktif olarak dinlemiyor demektir.
Çocuklarla konuşma yöntemleri Anne-baba çocukla konuşurken ona karşı yargılayıcı ve suçlayıcı olmamalı, olumlu bir diyalog kurmaya çalışmalıdır. Bu diyalog, çocuğun herhangi olumsuz bir davranışını düzeltirken "sen" mesajı yerine "ben" mesajı kullanılarak sağlanabilir. Aşağıda bir kaç "ben" mesajı örneği verilmiştir:
-Okurken daha çok sessizliğe gereksinimim var. -Masamı en son kullanan toplamadığı için aradığım şeyleri bulamıyorum. -Çok yorgunum, mutfağın toplanması için yardıma gereksinimim var. "Ben" mesajları, aslında "sen" mesajları ile aynı şeyleri söylemesine karşın, tehdit içermediğinden, çocuk tarafından daha kolay kabul edilecektir. Böylece, örneğin babasına "sesimin seni rahatsız ettiğini fark etmedim" ya da annesine "yorgun olduğunu söylemen iyi oldu, sana yardım edeyim" gibi yanıtlar verecektir. "Sen" mesajlarına örnek: -Bir daha bunu sakın yapma. -Beni çok kızdırıyorsun. -Neden dikkat etmiyorsun? Bu mesajlar daha bir çocuğa yönelik olduklarından, çocuk kendini savunmak zorunda hissedecek, o da benzer karşılıklar verecek ve böylece de etkili bir iletişim olanağı ortadan kalkacaktır. Bundan daha da kötüsü çocuğu küçük düşürücü konuşma biçimidir. Eğer çocuğa sürekli olarak onun kötü, aptal ve düşüncesiz olduğu biçiminde mesajlar verilirse, yalnız çocukluk döneminde değil, belleğinde o biçiminde yer ettiği için sonra ki yıllarda bile birey kendini o biçiminde algılayabilir ve toplumla olan ilişkilerinde zorluklar yaşayabilir. Doğal olarak, her çocuk "ben" mesajlarını başlangıçta algılamayabilir ve bu yöntem yararlı olmayabilir. Bu durumda bile, belki başka bir biçimde ya da daha değişik bir ses tonuyla, "ben" mesajları verilmesi sürdürülmelidir. Çocuğa bu mesajları algılaması için biraz zaman tanımalıdır. Konuşurken ses tonunun verilmek istenen mesaja uygunluk göstermesi de çok önemlidir. Eğer anne ya da baba kendi sorunlarını konuşmaya yansıtırlarsa verilmek istenen mesaj tam algılanmayabilir. Anne-baba, çocukların huylarına göre bazı ufak tefek değişiklikler olsa bile, bütün çocuklarına eşit davranmalı ve ayrım gözetmemelidir. Anne-baba ile çocuklar arasındaki iletişim bozukluğunun olası nedenleri Verilmek istenen mesaj anne-baba ya da çocuk tarafından yanlış algılanabilir. Anne-baba ile çocuğun huyları birbirleri ile uyuşmayabilir. Anne-babanın konuşma tarzı çocuğun öfkelenmesine ve tepki göstermesine neden olabilir. Örneğin, ortaokul çocukları bazen anne ya da babalarının sürekli yargılayıcı ve emrivaki konuştuklarından, kendilerini hiç anlamadıklarından ve konuşmalarını ikide bir kestiklerinden yakınabilirler. Eğer böyle bir durum söz konusu ise, anne-babanın kendi konuşma tarzlarını da tarafsız olarak gözden geçirmesi ve dinlemesini öğrenmesi yararlı olacaktır. Yoksa çocuk bu konuşma biçimini başka kimden öğrenmiş olabilir? Çocukta kekemelik gibi düşüncelerini açıklamasına engel olan bir konuşma bozukluğu olabilir. Anne-baba ya da çocuğun zihnini meşgul eden düşünceler, endişeler ve stres iyi bir iletişim kurulmasını engelleyebilir. Konuşmak için uygun bir zaman ve yer seçilmemiş olabilir. Okuldan yorgun olarak gelmiş çocukla sorunları konuşmak yerine, çocuk yemek yedikten ve biraz dinlendikten sonra konuşmak çok daha yararlı olur. Konuşmak için kimsenin olmadığı, sakin bir yer seçilmelidir. Sonuç ve Öneriler "Çocuk uykuda sevilir" kuralını önceki kuşaklardan olan hemen herkes iyi bilir. Yoksa, çocuk şımarır ve babanın otoritesi sarsılır (!) Eski zamanlarda, çoğu ailede baba ile çocuk arasındaki diyalog (elçi!) anne tarafından sağlanırdı. Ülkemizin sanayi ülkesi olma yolundaki adımları, hızlı kentleşme ve medyanın önemli etkisi sonucunda eski büyük ailelerin yerini çekirdek aileler almakta, feodal dönemin özelliklerinden olan babanın mutlak otoritesinin sarsılması ile birlikte baba ile çocuk arasında da daha sıcak ilişkiler kurulmaktadır. Ama yine de çoğu ailede erişkinlere tanınan söz hakkı nedense bugün bile çocuktan esirgenmektedir. Birer anne-baba olarak çocukların bize saygılı davranmasını istiyorsak, bizim de onları saygıyla dinlememiz ve olayları bir de onların gözüyle bakarak onları anlamaya çalışmamız ve hekimler olarak da bunu tüm anne ve babalara anlatmamız gerekir.

Kaynaklar 1- Hetznecker WH, Forman MA. Psychologic disorders - assessment and interviewing. In: Behrman RE, Kliegman R, Arwin AM (eds). Nelson Textbook of Pediatrics. Philadelphia: W.B. Saunders Co., 1996. 2- Schor EL. Caring for your school-age child. New York: Bantam Books, 1995. 3- Yörükoğlu A. Çocuk ruh sağlığı. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1986.

Kaynak : http://www.thehealthnews.org/

Bu yazıya Not Ver !